16 Nisan 2011 Cumartesi

Petrol Tüketimini Düşürmenin Yolları

     Dünyamıza nasıl değer verdiğimiz ortada! Değerini arttırmak ise ellerimizde. Dünyanın çeşitli yerlerinde petrol endüstrisinin yarattığı yıkımın büyüklüğü ve geri dönülemez olması defalarca gözler önüne serilmekte. Kim bilir daha neler bizlerin kulağına gelmiyor. Petrolün çıkarılmasında ve taşınmasında hangi teknoloji kullanılırsa kullanılsın, "petrol medeniyetleri devrini" kapatmadığımız müddetçe, bu faciaları yaşamaya devam edeceğiz ve beterlerini görmeyeceğimizin garantisini hiç bir kurum ve kişi veremiyor. Sorunun tek çözümü ise; daha az petrol tüketerek petrol endüstrisine daha az para ödemek, hükümetlerin onlara destek vermesini önlemek ve enerji yatırımlarının yönünü değiştirmek.

Peki bunu nasıl yapabiliriz? İşte size bir kaç maddelik liste.
1.  İşe giderken toplu taşıma araçlarını kullanmak veya araç paylaşımı yapmak.
2.  Mümkün mertebe plastik ambalajlardan uzak durmak, kaplarımızı geri dönüşüme kazandırmak.
3.  Organik sebze ve meyve yemek.(gübreler ve plestisitler petrol içeriklidir.
4.  Petrol değil, doğal içerikli güzellik ürünleri kullanmak.( Doğal sabun ve makyaj malzemeleri)
5.  Mümkün mertebe yerel üreticilerin ürünlerini kullanmak. (Daha az nakliye, Brezilyadan gelen muzu yemeyin mesela)
6.  Petrol türevlerinden değil, organik pamuk yada kenevirden, bambudan yapılma giysileri kullanın.
7.  Pikniklerde ve tatillerde tekrar kullanılabilir malzeme kullanın.
8.  Plastik şişe su kullanımını durdurun. Yapamıyorsanız, bir tanesini sürekli olarak evden su doldurmak sureti ile kullanın.Gayet şık çelik termoslarda bulunmakta.
9.  Daha az uçak yolculuğu yapmak.
10.Hükümetlerimizi petrol yerine yenilenebilir enerji konusunda teşvik etmeli yönlendirmeliyiz.
11. Herhangi bir çevre örgütüne üye olarak yada destekleyerek sesinizi duyurun. İnternetin gücünü küçümsemeyin.

   Yapabileceklerimiz bunlarla sınırlı değil, kendinizi ve çevrenizi gözlemlerseniz eminim bu içeriği zenginleştireceğimizden eminim. Yalnız olmadığımızı bilmemiz lazım. Unutmamalı ki Dünyamızı, çevremizi bizlerin eylemleri ve düşünceleri yönlendirmektedir. Nasıl bir Dünyada yaşayacağımıza bizler karar vereceğiz. Nasıl istiyorsak öyle olsun.

15 Nisan 2011 Cuma

Monsanto'mu ? Permakültür mü? GDO lu ürünler mi yetiştirmeliyiz?

GEO dergisinin Abonelerine bile haber verilmeden sorumsuz bir şekilde yayından kaldırılmasına ve GDO'lu ürünlerin yine aynı şekilde hayatımıza katılmasından dolayı duyduğum kızgınlığı, GEO dergisinin Eylül 2010/9 sayısından NASIL DOYACAĞIZ? başlıklı yazısının belirli bir bölümünü aktarmakla rahatlayacağımı düşünmekteyim. Böylece bizlerin, tekelleri altında çağdaş bilimin dışında körü körüne yetişmemiz ve gelişmemizin önüne bir nebzede olsa aktardığımız yazılarla ve bilgilerle geçmiş olabileceğimizi düşünmekteyim.
    Bu bölümde GDO lu ürünlerle permekültür çalışmaları sonucu yapılan tarımın bir karşılaştırmasını bulabilirsiniz.

            ... ... ... Monsanto araştırma ekibi başkanı,.. ilk ticari biyoteknoloji ürününü geliştiren araştırma ekibinden: "Roundup-Ready soyası!" Fraley'in, şirketin en çok satan ürünü olan Roundup'a ve bu kimyasalın yabani otları yok eden etken maddesi glifosata karşı dirençli olması için yapay yolla bağışıklık kazandırdığı bir soya fasülyesi.
    O günden bu yana çiftçiler Roundup'u sadece, kültür bitkileri topraktan başları uzamatdan değil, ekinler büyürkende kullanabiliyor. Patentli "RR-soyası" genetiği ile oynandığı için zehre karşı dirençli.
Böylece çiftçilerin i,şleri kolaylaşmış, Monsanto da akıllıcabir hamla yapmış oldu. Şirket sadece tarım ilacı satmakla kalmadı, aynı zamanda çiftçilere buna uygun tohumuda pazarlamaya başladı. Tabii, 2000 yılında glisofat patentinin dolduğu ve söz konusu etken maddenin fiyatının düştüğü göz önünde bulundurulduğunda, tarım ilacının yanı sıra tohum da satılmasının şirket açısından önemi daha iyi anlaşılıyor.

    Monsanto ekibi alelacele ürün yelpazesini genişletti. "Roundup-Ready" mısır,sorgum,kolza ve pamuk. Genetik yapısı değiştirilmiş ürünler özellikle Kuzey Amerika ve Güney Amerika'da tuttu. Bu tohumlar, geleneksel tohumlara oranla %60-70 oranında daha pahalı olsalar da, daha az iş gücü gerektiriyor ve daha az masraflı. Özellikle geniş toprak sahipleri açısından hayli avantajlı.
Buna karşın konsept Avrupa'da beklenen ilgiyi görmedi. Zira kıta sakinleri o yıl deli dana hastalığının skandalının şokunu atamamıştı. Yeni bir "besin macerasına" atılmaya hevesli değillerdi, kısacası. O dönem Monsanto'nun yönetim kurulu başkanlığı görevini yürüten Robert Shapiro'nun, şirketinin "tarladan sofraya, tüm gıda üretim sürecine hakim olmak emelini" açık etmesi gözleri daha da korkuttu. Çiftçiler buna tepki gösterdi. Monsanto'nun  tohumlarını satın alarak, Kadim "çiftçi imtiyazından" feragat etmiş, hasadın bir kısmını yeniden ekme yasağını kabullenmiş olacaklardı.
....... ....... ......
          Avrupa'nın ithal ettiği soyanın yaklaşık yarısı, transgenetik fasulyenin tarımda zafer ilan ettiği bir ülkeden geliyor; Arjantin'den.  5000 büyKaydı Yayınlaük toprak sahibi, ülkede soya üretiminin %50'sini elinde bulunduruyor.
 ... ... ...
Soya kültürünün nemli pampadan kurak steplere, Chaco bölgesindeki fundalık savanlara dek yayılması, korsanların türemesine neden oldu. Yalnızca kısa vadeli karı düşünen, tarımdan anlamayan işletmeler bunlar. Groboco-patel gibi uzun süredir ekip biçen, kaybettiklerini toprağa ürün değiştirerek, gübreyle geri veren çiftçilerden farklıydılar. Toprağın verimsizleşmesi umurlarında değildi,  herbisitlere (Herbisitler ,Bitki (çalı, yabancı ot, rakip ve istenmeyen ağaçlar gibi vejetasyonun) büyümesi, kontrolü veya öldürülmesi için kullanılan ilaçlara verilen genel isimdir.) su! muamelesi yapıyorlardı. Soya Arjantin'de toprak fiyatlarını  arttırdığından, sığır yetiştiricileri alçak kesimlerde biyoçeşitliliği ile ünlü subtropik "Yonga" sis ormanlarının ateşe vermeye başladı. Soya tarlaları ilk 10 yılda &40 oranında doğadan çalarak genişledi.
    Soya modeline bakarak, tarım konseyinin, tarım endüstrisinin ve mono kültürlerin rahatsızlığının sebebini anlamak mümkün. 2003'te Arjantin'de bir yabani otun, bilinçsiz ve ölçüsüz herbisist kullanımının sonucu olarak, glisofat etken maddesine karşı dirençli olduğu saptandı. Hekimler, pestisist ve insektisitlerle "haşır neşir" olan okul ve köylerde, hastalıklarla  sakat doğumlarının arttığını gözlemledi.
   Peki tohum ve tarla kimyasalları satarak para kazanan şirketler, işlerin çığırından çıkmasından sorumlu tutulabilir mi?
 ... ... ...
   Sadece Norma Tenaglia gibi kurbanlar ve Friends of the Earth gibi örgütler, Arjantin ekonomisinin tümüyle bir tarla bitkisine, bir tarla teknolojisine, bir şirkete bağımlı olmasından şikayetçi.
Şirketin "RR-soyası" ve glifosat kombinasyonunun, tüm yabani otlara karşı etkili olduğu vaadinin doğru olmadığı anlaşıldı. Soya etkili hektar başına kullanılan pestisit miktarı son yıllarda arttı."Suda yaşayan organizmalar için zararlı. Uzun vadede sulara zarar verebilir" diye yazıyor Monsanto'nun"Roundup UltraMax"  ürününün prospektüsünde. İlaç tek başına, giderek daha güçlenen yabani otlarla başa çıkamadığından, şaibeli maddelere baş vurulması öneriliyor. Kimi ülkelerde yasaklanmış olan paraguat ve atrazine.

... ... ...

        Yoksulların tarlaları kalkınma modeline nasıl dönüşebilir?
   Victoria gölünden  uzanan yol, yeşil, kıvrımlı vadilerden geçiyor. Tozlu, delik deşik yollarda, okul çağındaki çocukların çıplak ayaklarla, top süsü verilmiş sisal yapraklarını, üst üste yığılmış taşlardan ibaret kalelere atmaya çalıştıkları köy meydanlarından geçiyoruz. Sarı su bidonlarını, çiftçilerin vadi yamaçlarına kondurdukları, saz damlı kulübeler taşıyan eşekler görüyoruz. Yağmur mevsimi biteli altı ay olmasına karşın yolu etrafı hala yemyeşil, verimli ve zengin.
GÖRÜNÜŞ ALDATMASIN. Kenya'nın batısındaki Nyanza eyaleti, ülkenin en fakir bölgelerinden. Her yedi kişiden biri HIV pozitif burada. Kadınlar ortalama 5,6 çocuk doğuruyor. Nüfus sürekli olarak artıyor, toprak insanları doyurmuyor. Nüfusun dışında büyüyen yegane şey eyalet başkenti Kisumu'nun eteklerindeki gecekondu mahalleleri.
   Kent çevresindeki köylerde çiftçiler öküzleri koştukları sabanlar veya elleriyle ufacık tarlalarında ürün yetiştirmeye çalışıyor. En çok mısır ekiliyor. Mısır burada para, geçim kaynağı, temel besin demek. Ocak ve ağustos aylarında hasat toplanır toplanmaz, çiftçiler yeniden tohum ekiyor. Hiç ara vermiyorlar. Mısırlar, giderek verimsizleşen toprakta dip dibe büyüyor.
   Böylece çiftçiler bilmeden, Striga hermonthica için mükemmel bir zemin hazırlıyor. Bir zamanlar Wisconsinli çiftçiler için ayrık otu neyse, menekşe renkli çiçekleri olan, diz boyunu aşan bitki Striga da Afrika'lı çiftçiler için aynı.
   BATI KENYA'DAKİ MBITA kentinde bulunan Internatıonal Center of Insect Physiology and Ecology (ICIPE) kuruluşundan, araştırma ekibi başkanı Zeyanur Khan'ın tahminlerine göre söz konnusu parazit bir buçuk milyon Kenyalı çiftçinin tarlasını zaptetmiş durumda. Striga, kıta genelinde yaklaşık 7 milyar dolarlık zarar yol açıyor; diyor.
   Tam bir kısır döngü söz konusu: Toprağın besin maddesi azaldıkça Striga çoğalıyor. Striga çoğaldıkça da rekolte düşüyor. Sabah, öğle, akşam sofralarına "githeri" adını verdikleri, mısır ve fasülyeden ibaret bir yemekten başka bir şey koyamayan, kın kanaat geçinen köylüler için Striga genellikle açlıkla anlamdaş.
   Yolun bizi götürdüğü yerde durum farklı değil. Kızıl kahverengi bir patikaya dönüşen yol, yeşil Maragoli tepelerine parelel uzanıp Remjus Bwana Asewe'nin çiftliğinde sonlanıyor. Asewe 62 yaşında. Fırça gibi saçları kırlaşmış. Altı çocuk, iki torun sahibi. Eskiden istasyon şefiydi. Emekliye ayrıldıktan sonra, ailesinden kalma toprakları ekip biçmeye başladı.
   Papaya ağaçlarının yetiştiği, termit yuvalarının bulunduğu, küçük bir arazi. İki göz bir kulübede oturuyor. Teneke bir damın üzerindeki, radyoyu çalıştırmaya yarayan güneş paneli, Asewe'nin tuzu kuru olduğunun bir göstergesi. Asewe bir mango ağacının gövdesine yaslanmış vaziyette."Striga, bizim için bir yabani at değil, kabullenmemiz gereken bir gerçekti. Bir şekilde bununla yaşamayı öğrendik" diyor.
   Lakin tarlasında Striga'dan eser kalmamış. Yağmur mevsimi yakında başlayacak ve 30 metre eninde 40 metre genişliğindeki tarla, ara ara göze çarpan yeşil Desmodium şeritleri dışında çıplak. Asewe, gelecek günlerde bu dar şeritlerin arasına mısır tohumları ekecek.
Despodium öyle gösterişsiz ki, sıra sıra dikilmiş olmasa ayrık otu sanılabilir. Toprakta karmaşık bir biyolojik reaksiyona yol açıyor; Striga tohumlarını filizlendirirken, aynı zamanda konak bitkinin köklerine yapışıp büyümesini engelliyor.
   İntihara teşvik diye tarif ediyor Asewe bu mekanizmayı. Onun sayesinde artık ailesinin iki hasat arasında ne yiyeceğini biliyor. Bir çuval dolusu Desmodium tohumu için 12 dolar ödedi, kendi tarım devrimini yaptı.
Desmodium çok yıllık bir bitki. Bir kere ekmek yeterli. ICIPE danışmanları tarlaları erozyondan, kuraklıktan ve Striga'dan koruması ve toprağıbeslemesi için Nyaza'lı çiftçilere Desmodium'u nasıl dikmeleri gerektiğini öğretti. Ayrıca zararlıları avlayabilmek için tarlalarını, erguvani zencidarısı (Pennisetum purpureum) otundan bir çitle çevirmelerini öneriyorlar.
   1990'lı yılların ortalarında ICIPE ekibi, bir güve türüne karşı doğal bir çare arıyorlardı. Söz konusu güveler, büyümekte olan mısırların saplarına yumurtalarını bırakıyor, ardından larvalar bitkiyi örseleyip ölmesine neden oluyorlardı. Güvelerle birlikte tarlalarda Striga da fışkırmaya başladığında ise ürünün beşte üçü ziyan oluyordu. ICIPE araştırmacısı Khan, yerel erguvani zencidarısının güveleri çektiğini, ancak larvalarının kauçuğumsu yüzeylerine yapışıp ölmelerine yol açtığını tespit etti. Khan ve meslektaşları keşiflerine "Push/Pull - Teknolojisi" (PPT) adını verdi. Desmodium, zararlıları uzaklaştırdığı için "Push", erguvani zencidarısı ise zararlıları çektiğinden "Pull".
   PPT sayesinde Asewe'nin tarlası, menekşe renkli Striga parazitlerinden arındı. İki yıldır yüzü gülüyor. Önceki yıllarda 15 kilogram mısır toplayabilirken, rakam artık 270 kilogramı buluyor. ICIPE nin tarım uzmanları bile böylesi bir gelişme beklemiyordu.

   Günümüzde Batı Kenya ve Uganda'da 20.000 den fazla küçük çiftçi PPT'den yararlanıyor. Çiftçilerin sahip oldukları toplam 30.000 hektarlık arazi, Arjantin'li Gustavo Grobocopatel'in emrindeki toprakların dörtte birine denk gelmiyor. Ancak Asewe, Kenya'nın ücra bir bölgesinde bulunan mütevazi tarlası, gelecek vaat eden bir tarım modeli olabilir belki de.

KONSEPT,TARIMI ENDÜSTRİYE dönüştürme planlarından hayli farklı. Monsanto laboratuvarlarında bitkilerin yapılarına nüfuz edilerek genleri değiştirilmeye, ürün rekoltesini rekor düzeylere çekecek süpertohumlar geliştirilmeye,çalışılıyor. "Yüksek randımanlı tarım" adı altında Arjantin'de yetiştirilen transgenetik soya Atlantik'i aşarak Hollanda'daki domuzlara yem oluyor. Buradan elde edilen hayvansal gübre ise toprağı ve suyu zehirliyor.
Hans Herren ve tarım konseyinin hayali, küçük çapta da olsa Dünya'nın farklı yerlerinde hayata geçiriliyor: Filipinler'de 35.000 çiftçinin bir araya gelerek oluşturduğu "Masipag" ağı geleneksel pirinç türlerine dönüş yapıp yerel koşullara uyumlu ve son derece verimli 500 yeni tür geliştirdi.
Güney Hindistan'daki "Green Foundation" adlı kuruluş, tohum bankaları oluşturup köylüleri kendi küçük bahçelerinde ürün yetiştirmeye teşvik ediyor. Hans Herren"Tüm Dünya'da uygulanacak tek bir çözüme ihtiyacımız yok. Formül şu olmalı: Geleceğe Dönüş diyor.

... ... ...

          Acaba 2050 yılında Remjus Asewe ve Gustavo Grobocopatel'in torunları hangi yöntemlerle çiftçilik yapacak? Monsantonun ürünleri hale talep görecek mi?  Hans Herren'in "geleceğe dönüş" benzeri formülleri, Arjantin veya ABD gibi ülkelerde de tatbik edilecek mi? Yoksa Gübreleme, tarım makineleri ve küresel ticaretin temel taşı olan petrol tükendiği için tarım endüstrisi çökecek mi?